Eceabat Hakkında

 

Eceabat Çanakkale iline bağlı ilçe. Bugünkü Eceabat ilçesinin sınırları içinde, Balkan’dan gelen kavimlerin bir kolu olan Traklar’ın kurduğu pek çok eski yerleşim merkezi vardır. İlçe merkezi Maydos (Madytos), Sestos (Akbaş), Kynossema (Kilitbahir), İdaion (Bigalı kalesi) Traklar’ca kurulan önemli yerleşim merkezleridir. İlçe merkezi olan Maydos Traklar’ın yanısıra Milet, Faço ve Midilli göçmenlerinin de yerleştikleri sanılmaktadır. Bölge M.Ö II. yy.’da İran egemenliğindeyken, V. yy’da Pers savaşlarına tanık oldu. Strabon’a göre, kenti ilk kez Lesboslular (Midilliler) kurdu. Sırasıyla Pers’lerin Atinalılar’ın Spartalılar’ın Romalıların Latinlerin yönetiminde kalan Eceabat, 1354’te Orhan Gazi’nin oğlu Süleyman Bey’in Rumeli’deki fetihleri sırasında Osmanlı topraklarına katıldı. Anıtsal Osmanlı kaleleriyle ünlüdür. Antik dönemde Maydos (Madikuz) adlarıyla bilinmektedir.

SESTOS

Eceabat’a 4 km. uzaklıkta, Yalova köyündedir. Akbaş limanının güneyinde kurulmuştur. Fatih Sultan Mehmed Kilitbahir kalesini yaptırırken, Sestos kalesinin taşları kullanılmıştır.

BİGALI KALESİ

Eceabat’a 5 km. uzaklıktadır. 1807’de III. Selim döneminde yapılmaya başlanmış, II. Mahmud zamanında bitirilmiştir. Kalede Sestos kentinin taşları kullanılmıştır.

KİLİTBAHİR KALESİ

Osmanlı kaleleri içinde, mimari yönden bir baş yapıttır. 1452 yılında Fatih Sultan Mehmed yaptırmıştır. Kanuni Sultan Süleyman, bir kapı kulesiyle sur eklemiştir. Hiçbir yerde uygulanmamış özgün bir planı vardır. Surlara önem verilmemiş, buna karşın yonca yaprağı biçimindeki üç avlulu iç kale, korunaklı yapılmıştır. İç kale yedi katlıdır. Duvarlar düzgün moloz taştandır. Kanuni Sultan Süleyman döneminde eklenen köşe kule, büyük kesme taştan güzel bir yapıdır.

SEDDÜLBAHİR KALESİ

1659’da IV. Mehmed döneminde, Frenk Ahmed Paşa’nın mimar Mustafa Ağa’ya yaptırmıştır.

Bölgenin Tarihi Hakkında Tetkik ve Değerlendirmeler 1) Antik isimler Dardanos ve Troia olan Kale-i Sultaniye’nin ilk ahalisi Anadolu’dur. Antik adı Abidos ve Eceabat’ın keza M.Ö. 1200’lerde Yunanistan’da oturan ve oraya da Asya’dan gelen Akalar ve onlara karışan Helenler ilk önceden başta Çanakkale ve Eceabat’a yerleşen Asyalı Kadim halkların birbirine karışmasından meydana gelen kavimlerdir. 2) Yörenin kültür yapısını etkileyen kavimler ise; Luwiler, Troialılar, Dardaniler, Leleğler, Törkiler, Frikler, Hititler, Trakyalılar, Lidyalılar, Akalar, İranlılar, Helenler, Roma ve Bizans ile Oğuz Türkmenleri olmuştur. Roma ve Bizans etkili olmuşsa da; Malazgirt Zaferi’nden sonra bunun yerini Türk-İslam kültürü almaya başlamıştır. 3) Bakır ve taş çağının kapsadığı M.Ö. 6000-2500 arasında Troia kenti kurulmuştur. Keza Dardanel, ileriki yılların durumunu bilemiyoruz. Yalnız Bayramiç Tonkırlı Köyü kuzeyindeki İkizce Tepe ile Hacıbekirler Köyü Kocadağ ve Çan ilçesi ile Yenice ilçesi arasındaki Çalkale üzerindeki yerleşim yerleri M.Ö. 5000-6000 tarihleri dolaylarında olduğunu anlayabiliriz. 4) Hititler’de aynı dönemde ortaya çıkan Kuzey Anadolu halklarından;Gaskalar ve Palalar’ın Çanakkale yöresine geldiklerine dair bir belge bulunamamıştır. Ancak Ninovalı, Asurlu ve Fenikeli tüccarların ünlü kent Troia sakinleri ile alışveriş yapabileceklerini ve dolayısıyla Çanakkale yörelerine gelmiş olabileceklerini gözardı edemeyiz. Ticari ve ekonomik alışveriş için gelip gittiklerine muhakkak gözüyle bakılabilir. 5) Troia II. Döneminde Anadolu’da yaşadıkları bilinen Proto-Hattiler’in bıraktıkları eserlerle Troia I nispetle çok ileri olan II. Kültür eserleri arasındaki yakın benzerlik her iki kültürü kuranların aynı soydan oldukları akla gelir. Bu itibarla Troia II’den itibaren, Anadolu’nun Çanakkale’den Kilikya’ya kadar uzanan bölgelerine yayılan insanların Orta Anadolu’daki Proto-Hattiler’le aynı soydan olabileceklerini düşünebiliriz. O zaman bu iki ayrı kolun temelde aynı kökten oldukları kuvvetle muhtemeldir. Elhasıl Homoros Troialılar’dan komşuları dile söz ettiği Plasglar da bu yörede yaşıyorlardı. 6) M.Ö. 1400’lerden itibaren ise Akalar yavaş yavaş Girit krallarının nüfus ve hakimiyetinden kurtulmaya ve kendi hesaplarına Anadolu kıyılarında koloniler kurmaya başlamışlardır. Belki de bu koloniler Troialılar’a bağlı idi. Hem de Troialılar’la tanışmaya başlamış olabilecekleri de akla geliyor. Yani bu tür yakınlıkları olmalıdır. Akalılar’ın ellerinde bulundurmaya başladıkları kıyılar; Biga Yarımadası’nın güneyinden İzmir çevresine kadar uzanan sonraları Eolya/Bayramiç-Çan-Ezine yöreleri idi. İzmir’den Büyük Menderes’e kadar olan kısma da İyonya adı verilmişti. Yenice’nin güneyinden Bergama ve Menemen sahalarını kapsıyordu. Sonraları Kıbrıs ve Suriye sahillerine kadar olan bölgelerini de tehdit etmeye başladılar. Bunlar Akalar’ın savaştan önce Çanakkale Boğazı çevresinden İzmir’e kadar olan batı Anadolu’yu istilaya başladıklarını teyit eden en eski bilgilerdir. 7) Ancak başta 6. Troia kenti olmak üzere içerlerdeki kasabalar yerli prensler tarafından idare ediliyordu. Akalılar içerlere sokulamıyorlar ve genel olarak da Büyük Hatti Krallığı’nın hakimiyeti altında bulunuyorlardı. 8) Ta ki; Frigler’in Hatti Krallığı’nı yıkmaya çalışmaları ve Akalılar’ın 6. Troia’yı yıkmaları ve Çanakkale yöresine hakim olmaları ve böylece M.Ö. 4000-3000 dolaylarında Asya’dan Yunanistan’a gelen Akalılar Troia’yı almalarından sonra Çanakkale İzmir’e kadar geniş bir saha içinde yayılıp bir Aka medeniyeti meydana getirmişlerdir. 9) Troia ve çevresinde Troialılar, Peonilar, Dardaniler, Traklar, Frikler, Lelegler, Törkiler, Likiler, Klikler adlarında çok çeşit insan grupları gelmiş ve kalmışlardır. Bu insanların Çanakkale yöresinde kurdukları şehirler: Ön Asya içlerinden gelen büyük ticaret yollarının sonlarında bulunuyorlardı. Bazıları iskele şehri idi. Sayıları 30 kadar vardı. Abidos, Sestos, Perion, Pigas, Lapseki, Asos, Troia ve Dardanos gibi. İşte Aka kültürüyle İç Anadolu kültürünün karışıp meydana getirdikleri kültüre Eolya ve İonya kültürü denmektedir. Yunan medeniyetinin kaynağı bu kültürdür. M.Ö. eski kültürde ve M.S. Ortaçağ’da olduğu gibi gene o da Asya kökenlidir. 10) M.Ö. 1184 dolaylarında 7. yüzyıla kadar karışık bir dönem yaşayan Çanakkale yöresi M.Ö. 787’de Lidya Kralı Figes zamanında onun egemenliğine girmiştir. Yani 6. Troia yıkıldı ve akabinde Hatti devleti de yıkıldı. Böylece Çanakkale yöresinde uzun yıllar süren bir karanlık döneme girilmiş oluyordu. Ta ki Lidyalılar’ın yöreye el koymaları ile kargaşalık bitip bölge sükunete ermiş oluyordu. Lidyalılar’ın başkenti Tre idi.Sonra Sard oldu. Şimdiki Salihli ilçesinde. Menderes ve Gediz Irmaklarının vadileri Lidya’nın merkez alanını teşkil ediyordu. Büyük Hatti devleti de bu çerçeve içinde olmalı idi. Şimdi o bölgenin içinde bulunan kasabalar; Çanakkale, Biga, Çan, Yenice, Balya, İvrindi, Balıkesir, Sındırgı, Manisa ve dolayları, Menemen, Bergama, Edremit, Tire, Foça, Ezine, Asos ve Ayvacık yörelerini kapsıyordu. Kral Figas vaktiyle Frikyalılar’ın kestiği Adalar Denizi sahilleriyle Kızılırmak ötesindeki ülkeleri birbirine bağlayan ticaret yolunu açtı ve Efes’ten başlayarak Sard üzerinden doğuya giden ve Kral Yolu denilen bu ticaret yolu üzerinde emniyetli konak yerleri kurmuştur. İlk kervansaraylar Mısırlılar’la Sinoplular arasında münasebet tesis ettiler. O zaman eski dünyanın en mühim ticaret merkezi ve zengin ülkesi Lidya idi. 11) Lidyalı Kral Gigas’ın bu kadar emek verdiği muvazeneli ve çalışkan siyaseti, İranlılar’ın bir kasırga gibi Anadolu’yu sarması karşısında yıkılıp gitmiştir. Lidyalılar İranlılar’la yaptıkları ilk savaşta yenildiler ve sonra kendilerini toparladılar ve ikinci bir savaştan sonra ise anlaşma yaptılar ve sınırlarını belirlediler. Bundan sonra Kral Aliyad, Batı Anadolu’yu eskisinden daha büyük bir refaha kavuşturdu. Başkent Sard, Anadolu’nin ilim ve kültür merkezi haline geldi. Aliyad’dan sonra kral olan Krezüs zamanı Lidya’nın en parlak dönemi sayılır. Troia dahil bütün Eolya-İyonya kasabaları yine Lidya Krallığına tabi olurlar. Ancak Lidya Krallığı sosyal ve kültür devleti idi. Yani Lidyalılar ilim ve sanata ağırlık veriyorlardı. Manisa dolaylarındaki eserleri bunun hala ispatı sayılabilir. Bunun yanında savaşacak ordusu zayıftı. Yani düzenli bir orduya sahip olduğu söylenemez. Bunun farkına varan İranlılar Lidya’ya tekrar saldırdılar. Kral Karazzüs esir edildi ve başkent Sard düştü. Böylece Lidya Devleti çöktü. Bütün Anadolu ve Çanakkale yöreleri dahil İranlılar’ın eline geçmiş oldu. Fakat burada gerçek olan şu ki; İran istilası ile Anadolu siyasi üstünlüğünü kaybetmiş olsa da, kültür bakımından üstünlüğünü kaybetmemiştir. Bu işgal askeri bir işgal idi. Kültürel olarak bir etki meydana getirmemiştir. 12) M.Ö. 546 ve 547 dolaylarında başlayan İran istilası Lidya Krallığı’nın uç noktalarından biri olan Çanakkale dolayları hakimiyeti M.Ö. 513-500 tarihleridir. M.Ö. 479’larda ise Tras arazisinden çıkarılmaya başlamışlardır. Yani Atina önderliğinde başlatılan İranlılar’a karşı Batı Anadolu ayaklanmaları müspet olarak gelişmiştir. Bu arada ise Atinalılar İranlılar’la mücadeleyi bırakıp Ispartalılarla savaşa başlarlar. Hatta M.Ö. 425’de Erenköy’ün 2 km batısında Rhoiteion kentini ele geçirirler. Bu savaşlar Eceabat yörelerinde 18 yıl sürer. Sonra Atinalıların savaşı bırakması ile son bulmuştur. Bundan sonra ise İran ve Isparta savaşları başlar ve sonucunda Atina da bağımsız devlet olur. İran-Isparta savaşı devam etmektedir. Atina ise gizli gizli İranlılara yardım etmektedir. Ne var ki; her iki taraf savaştan bıkıp usanmış ve yüz binlerce kayıp vermişlerdi. Bu itibarla İranlılar M.Ö. 389-386 tarihlerinde bütün Batı Anadolu Helen kentlerinin temsilcileri Sardas’ta toplandı. Görüşmeler yapıldı ve İranlılar hepsine bağımsızlık verdi. Fakat bu arada Helenler kendi aralarında yine savaş başlattılar. İranlılar ise özellikle Atina ve Isparta savaşlarından dolayı Çanakkale yörelerine hakim olsa da başarılı bir yönetim sergileyemedi. Özellikle dağlık bölgelerdeki halk hep kendi başlarına buyruk yaşadılar. Yani dağlık bölgelerdeki insanlarla ne İranlılar ne Atinalılar ve ne de Ispartalılar başedemediler. Bunlar Anadolu kökenli yerli kavimleri idi. Yani bizim dedelerimiz ve atalarımız oluyorlardı. 13) M.Ö. 370 dolaylarında İran’da merkezi otorite iyice zayıflamıştı. Bu yüzden Çanakkale ve Batı Anadolu’daki İran valileri bağımsız hale geldiler. Assos ve Troia’nın İran Valisi, Manyas Gölü güneydoğu kıyısındaki Deskyleion kentinde oturuyordu. İran hakimiyetinin zayıflaması bu bölgedeki isyan etmemiş birçok valinin güçlenmesine neden oldu. Bunun yanında M.Ö. 335’lerde gelindiği zaman Makedonya Krallığı güçlenmiş Trakya’ya egemen olmuştu. Artık kader hükmünü İranlıların aleyhine icra edecekti. Nihayet İskender’in M.Ö. 334 Granikos Savaşı ile İranlıların Çanakkale yörelerinden tamamıyla çekilip gitmesiyle sonuçlanmıştır. Böylece İskender hem Batı Anadolu’yu hem de Orta Anadolu’yu işgal etmiş oluyordu. 14) İskender’in ölümünden sonra yapılan taksimde; Çanakkale bölgeleri onun kumandanlarından Lysimakhos’un hissesine düşmüştü. İsmi ile anılan Lisamakos kasabası Gelibolu ile Kavak beldesi yakınlarında idi. Ama Çanakkale bölgeleri; Geyikli beldesi ile şimdiki Kestanbol ılıcaları arasında kalan Aleksandır Troia’yı kuran meşhur Antigohos’un hissesinde idi. Onun da M.Ö. 180 ile M.Ö. 129’da ise Bergama Krallığa Romalılara tabi olunca Çanakkale yöreleri de Roma’ya tabi oldu. Bu hakimiyet 500 yıl kadar sürmüş ve Çanakkale’nin en uzun süreli sükunet dönemi sayılır. Roma krallarından Hadrianus: M.S. 117-138 yöreyi büyük çapta imar etti ve bayındır hale getirdi. Ondan sonra gelen krallardan Aurelianus Troia’yı başkent yapmayı düşündü fakat gerçekleştiremedi. Sonunda İstanbul seçildi ve M.S. 330’da Roma’nın resmen başkenti ilen edildi. Ama imparatorluk tek elden ve İstanbul’dan idare edilemedi ve 395’te ikiye bölündü ve Bizans devleti kurulmuş oldu. Eceabat yöreleri Bizans’a tabi oldu ve Troia’dan sonra Abidos’a da gümrük merkezi kurdular. Yani bundan sonra Troia ikinci planda kaldı ve Abidos birinci plana çıkmış oluyordu. En haşmetli devri 395-641 arasıdır. Ondan sonra devamlı Müslümanların baskısına maruz kalmıştır. Nihayet 1453’te Bizans tarihe gömülmüş ama Yunanistan kendisini Roma ve Bizans’ın varisi kabul edip devamlı bir çıban bayı olarak önümüzde durmaktadır. 15) Nihayet 649’da Kıbrıs Adası’nı alan Arap orduları 655’te Muğla kıyılarında Bizans ordusunu ağır bir yenilgiye uğratmışlardır. Gene 668-669 tarihlerinde Çanakkale Boğazı’ndan geçen Arap orduları İstanbul üzerine vardılar ve aynı yoldan geri döndüler; bu defa üçüncü kez Halife Velid ve Süleyman zamanında ve başkomutandan dinlenme mahiyetinde Abdos/Nara Burnu/kasabasında konakladılar. Buraya bir cami ve bir de çeşme inşa ettirdiler. Oradan İstanbul’a ulaşıp yine fethedemeden aynı yolu takiple geri döndüler. Arap orduları İstanbul’u fethetmediler ama Bizans’ı Anadolu’da iyice hırpaladılar. Bu durum Fatih’in işini kolaylaştırmıştır. 1075 tarihinde İznik’i başkent yapan Anadolu Selçuklular’ı Çanakkale yöresine hakim olmuşlardı. Bu şu demek oluyordu. 1075’ten 1085’e gelindiği zaman Çanakkale yöreleri tamamıyla Süleyman Şah’ın olmuş oluyordu. Böylece Türkler Doğu Anadolu-Orta Anadolu’dan Adalar denizi kıyılarına kadar uzanan geniş ve verimli ovalarda yerleşip üretici durumuna geçmişlerdi. 16) Süleyman Şah bu işlerle uğraşırken İzmir ve çevresinde bağımsız olarak Çaka Beyliği kuruldu. Çaka, çok geçmeden Urla-Foça kıyı kentlerini ele geçirdi. Midilli, Sakız, Sisam, İstanköy, Rodos gibi adalara el koydu. Daha sonra Edremit üzerine geldi ve şehri teslim aldı. Oradan gelip Bizans’ın gümrük merkezi olan Çanakkale/Abidos’u kuşattı. Bu olaylar ve gelişmeler Bizans’ı korkutmuştu. Bu arada Süleyman Şah öldü ve Kılıç Arslan’ı kışkırtan Bizans kayınpederi Çaka Beyi ortadan kaldırdı. Yani hem seni hem bizi temizleyebilecek fikrini ileri sürmüştü. Böylece Bizans geçici de olsa rahat bir nefes almıştı. Çaka’nın ölümünden sonra ve onu takip eden Birinci Haçlı Seferlerini müteakip yıllarda Çanakkale yöresi gene Bizans’a tabi oldu ve nihayet 1296 tarihinde kurulan Karasi Beyliği dönemi ile Çanakkale toprakları söz konusu Türk beyliğine tabi olmuştur. Aydınlı Umur Bey de yöreden eksik olmuyordu. Selçuklular ise dahilde birlik mücadelesi veriyorlar ve uçlarda da yeni Türk beyleri kuruluşlarını tamamlıyorlardı. Tarih 1290-1310’lar arasını kapsar

Seyit Onbaşı

Seyit Onbaşı, Seyit Onbaşı, 1889 yılında Eylül ayında dünyaya gelmiştir. Havran İlçesi Çamlık (Manastır) köyünde yaşamıştır. Babasının adı Abdurrahman, annesinin adı, Emine olarak bilinmektedir. Seyit Onbaşı, 1909 yılında Nisan ayının başlarında askerliğine başlamıştır. 1912’de Balkan muharebelerine katılmıştır. Savaş bittikten sonra terhisi verilemedi ve topçu eri olarak Çanakkale Cephesi’nde göreve başlatıldı. Çanakkale Savaşları’nda göstermiş olduğu kahramanlıklarınla adını bir kez daha Türk tarihine yazılmıştır. 18 Mart Deniz Savaşı anında, Rumeli Mecidiye Tabyası’nda ayakta kalan tek top vardı ve onun da mermi kaldıran vinci bozulmuştur. Seyit Onbaşı büyük bir güçlükle 215 Okkalık olan bu ağır mermiyi üç kez tekrarlayarak namlunun ucuna sürerek bu kahramanlığınla Ocean gemisi büyük bir yara almıştı. Seyit Onbaşı 1918 sonbaharında köyüne dönerek, sanatı olan ormancılık ve kömürcülüğüne orada devam etmiştir. 1934 tarihinde yürürlüğe konulan soyadı yasası ile “Çabuk” soyadını almıştır. 1939 yılında hastalanarak akciğerlerindeki rahatsızlık nedeniyle hayatını kaybetmiştir.

Seyit Onbaşının Yaptıkları;

Çanakkale Savaşları’nda Deniz Savaşları yapılırken Seddü’l-bahir açıklarında olan düşman gemileri Morto Koyu ile Seddü’l-bahir tepesini sürekli bombardıman altına alarak Türk mukavemeti giderek azalmaya başlamışlardı. Kendilerini Allah’ın korumasına bırakıp Türk birlikleri şehitlik mertebesine ulaşmayı çok istediklerine, kaçmak yerine son çabalarına kadar mücadele etmişlerdir. Bu arada bir İngiliz gemisinden atılan büyük bir bomba Morto Koyu sırtlarındaki bir topçu birliğimizi toptan yok etmiştir. İçlerinde sadece Seyid Ali Çavuş sağ olarak kurtulmuştur. Çavuş etrafındaki gördüğü manzara karşısında duyduğu üzüntü ile dünyada eşi olmayan az görülebilecek bir olay gerçekleştirmiştir. Duyduğu üzüntü ve acı ile normalinde üç kişinin bile çok zor kaldırabileceği 257 kiloluk bombayı olduğu yerden tek başına kaldırdı, taşıdı ve topun namlusuna sürerek ateşlemiştir.

Seyit Onbaşı

Bu mermiyi göndereceği yeri biliyordu. Queen Elizabeth gemisinin bacasından içeri girerek gemiyi ortadan ikiye ayrılarak batmıştır. bu olayda, 257 okkalık koca mermiyi kaldırmış ve doğaüstü gücünü göstermiştir.

Seyit Ali Onbaşı ile birçok menkıbeyi Mehmet İhsan Genişçan, eserlerinde şöyle dile getirmiştir;

“Ne hikmetse bataryada tek top ayakta kalırken, ama onun da vinci kırık olduğundan mermileri namluya bir türlü süremiyorlardı. Yüzbaşı Hilmi Bey, etrafında birilerinden yardım almak düşüncesiyle bataryadan uzaklaştığı esnada Niğdeli Ali ve Koca Seyit ümitsiz ve hayli perişan vaziyette ne yapacaklarını düşünüp duruyorlardı. “Ulu ve yüce Allah’tan başka hiçbir güç kuvvet yoktur ki”, duasını Seyit’in ağzından nur tanesi gibi adete damla, damla dökülmeye başlamıştır. Seyit Ali, bu duayı defalarca üst, üste okumuştur. Bu Allah’a yalvarışı şüphesiz hiç kimsenin ettiği dualara benzemiyordu.

Aşk ile feryat etmesi ve 257 okkalık top mermisini kucaklayarak omuzuna alması birdenbire olmuştur. Demir basamakları tam üç kez inip çıkmıştır. Yanında bulunan Niğdeli Ali, Seyit’in göğsünden ve omuzundan gelen kemiklerinin çatırdamasını duymuştur. Hayret ediyor, dehşet içinde bakıyordu. Topun namlusuna sürülen üçüncü mermi ile savaşın kaderini bu şekilde değiştiren ve olay yaratmış oldu. İngilizler’e ait “Ocean” adlı zırhlı, bu merminin vuruşuyla korkunç yara almıştır. Aynı günde ve saatlerinde Çanakkale Boğazı Müstahkem Mevki Kumandanı Cevat Paşa, Ödül almıştır. Seyit’e onbaşılık rütbesini veren kumandandır.

Merminin bir defa daha kendi huzurunda kaldırmasını istemiştir. Bunun üzerine Seyit Onbaşı, Cevat Paşa’ya ardından şu cevabı verir; “Ben bu mermileri kaldırırken kalbim, Allah’ın feyziyle doldu. demiştir. Ancak bu kuvvetin sırrı olarak o anda bana gelen Allah’ın ihsan buyurduğu bir vergiydi dedi. Bu ağırlığı kaldıracak kadar bir rütbeye varmışsam bu duayla Allah’ın rızası ile olmuştur diye konuşmuştur. Ancak şimdi bunu kaldırmam mümkün değildir kumandanım”.

Anafartalar Cephesi

Her iki cephedeki kanlı çatışmalar ardından 1915 yılının Temmuz ayı sonlarında cepheler kilitlenmiş, çatışmalar mevzi harbine dönüşmüştü. Gelibolu Yarımadasında bir sonuç elde edebilmek için İngiliz General Sir Ian Hamilton, daha kuzeyde üçüncü bir cephe açmak gereği duymuştur. Burada amaç, sert direnme gösteren her iki cephedeki Türk kuvvetlerinin geri hattına çıkarak kuşatmaktır. Hamilton, üçüncü cepheyi küçük ve büyük Kemikli burunları arasındaki Suvla kumsalına, takviye olarak gelen İngiliz 9. Kolordusu’nu çıkartarak açmıştır. 6 Ağustos 1915 tarihinde Suvla Koyu’na yapılan çıkartmayla Çanakkale Savaşı bu bölgeye kaymış, Arıburnu’ndaki Anzak Kolordusu ile Suvla çıkartma kuvvetleri, dolayısıyla bu iki cephe birleşmiştir. Gelibolu Yarımadası’nın Müttefik kuvvetlerce tahliyesine kadar asıl çatışmalar bu bölgede olmuş, Seddülbahir Cephesi, kayda değer bir çatışmaya sahne olmamıştır.

5-6 Ağustos gecesi başlayan çıkartma gün boyu sürmüştür. Suvla Ovası’na hakim ilk kademe sırtlardaki üç Türk taburu, çıkartma birliklerinin ileri harekatını durdurmayı başarmıştır.

İngiliz 9. Kolordusu’nun genel bir taarruz için düzen alması, 8 Ağustos tarihini bulmuştur. Ertesi gün, 9 Ağustos 1915 günü şafakta iki İngiliz tümeni taarruz için ilerlemeye başladığı sırada Kurmay Albay Mustafa Kemal Bey’in de taarruzu başlamıştı. Türk taarruzu, önlerindeki İngiliz kollarını atarak ilerlemiş, öğleden hemen sonra İngiliz 9. Kolordusu komutanı General Stopford, ihtiyatta tuttuğu tümeni ateş hattına sürerek sahilde tutunmayı ancak başarabilmiştir.

Birinci Anafartalar Savaşı’nın hemen ertesi günü, 10 Ağustos 1915 sabahı Mustafa Kemal, Kocaçimen Tepesi – Conk Bayırı hattında yeni bir taarruz yapmıştır. Albay Ali Rıza Bey komutasındaki 8. tümen ve 9. Tümen komutanı Yarbay Cemil Bey komutasındaki 9. Tümen’in taarruzlarıyla müttefik cephesi 500-1.000 metre geri atılmıştır.

Bu bölgedeki Türk taarruzunun başladığı saatlerde daha kuzeyde, İngiliz 53. Tümen’i Yusufçuk Tepe ve daha kuzeydeki Küçük Anafartalar Tepesi yönünde taarruza geçmişti. Yoğun topçu ateşleri ardından dört kez yenilenen taarruzlar gün boyu sürmüş olup iki Türk taburunun savunması, mevzileri korumayı başarmıştır.

Son muharebeler sonunda Arıburnu Cephesi’nde Anzak kuvvetleri eski hatlarına çekilmiş, Anafartalar Cephesi’nde ise Suvla Ovası’nın sahil bandından kalmışlardı. Özellikle bu bölgede, hakim sırtlardaki Türk mevzilerinin ateşi altında kalmakta idiler. Müttefik kuvvetler üst komutanı General Sır Ian Hamilton, bu sırtların en azından kuzey kesimini oluşturan Tekketepe yükseltilerinin bir an önce ele geçirilmesinin gerekliliğini bilmektedir

Anafartalar Cephesi

Bu amaçla sahile yeni çıkartılmış olan 54. Tümen ile bu sırtlara taarruz kararı vermiştir. Bu tümenin bir taburunca 12 Ağustos 1915 tarihinde girişilen, Tekketepe Muharebesi olarak bilinen taarruz, Türk savunması önünde ağır kayba uğrayarak geri çekilmiştir.

Bu taarruzun başarısızlığı üzerine General Hamilton, taarruzu daha kuzeye kaydırarak 12. Tümen’i sağ yandan çevirmeyi amaçlayan bir taarruz planlamıştır. Bu taarruz Kireçtepe ve Kireçtepe sırtlarının işgal edilmesini amaçlamaktadır. Böylece 12. Tümen kanat kırarak Tekketepe’den çekilmek zorunda kalacak, savaşarak alınamayan bu yükselti, İngiliz kuvvetlerinin eline düşecektir.

Kireçtepe sırtları, Suvla Koyu’na çıkartma yapıldığı 6 Ağustos 1915 tarihinden itibaren Yüzbaşı Kadri Bey komutasındaki Gelibolu Jandarma Taburu tarafından tutulmaktadır. Üç tugaydan oluşan İngiliz birlikleri 15 Ağustos 1915 günü taarruza geçmiştir. Ağır kayıplara Yüzbaşı Kadri Bey’in ağır şekilde yaralanması da eklenince tabur geri çekilmiş, Kanlıtepe – Havantepe hattında yeniden mevzi almıştır. Akşam saatleri bölgeye ulaşan bir taburluk takviye ile karşı Türk kuvvetleri karşı taarruza geçmiştir. Çatışmalar gece boyu sürmüş, 16 Ağustos sabahı bölgeye gelen Mustafa Kemal, taarruzu kendisi yönetmiştir. Kısa süre sonra İngiliz birlikleri eski hatlarına geri çekilmişlerdir.

Aynı gün, başarısız bulunan İngiliz 9. Kolordusu komutanı General Stopford ve iki tabur komutanı, General Hamilton tarafından görevden alınmıştır.

Hemen ardından Seddülbahir Cephesi’ndeki İngiliz 29. Tümeni Anafartalar Cephesi’ne aktarıldı. Mısır’da bulunan 5.000 kişilik bir tümen de aynı cepheye getirildi. Bu şekilde içerden ve dışardan takviye edilen Anafartalar Cephesi’ndeki kuvvetlerle genel bir taarruz planlandı. Müttefik taarruzu, Anafartalar Grup Komutanı Kurmay Albay Mustafa Kemal’in sorumluluk bölgesinde, 12. ve 7. Tümenlerin mevzilerine yönelmiştir.

Bu kuvvetler 21 Ağustos 1915 sabahı İsmailoğlu ve Yusufçuk Tepelerine genel bir taarruza geçtiler. Aynı anda Anzak Kolordusu’na bağlı bir tugay da Bomba Tepe’ye taarruz etmiştir. İsmailoğlu ve Yusufçuk Tepeleri’ne yönelik taarruz aynı gün, kesin bir başarısızlıkla son bulmuştur. Bomba Tepe’deki çatışmalar ise 29 Ağustos tarihine kadar sürmüş tepe, Türk savunmasının elinde kalmıştır.

Bomba Tepe taarruzu, Çanakkale Savaşı’nın, tahliyeye kadar ufak çaplı çatışmalar yaşanmış olsa da, son muharebesidir.

Çanakkale Savaşı (1915-1916)

Çanakkale Savaşı, 1. Dünya Savaşı’nın sonlarına yaklaşırken 1915- 1916 yılları arasında Gelibolu Yarımadasında Osmanlı Devleti ile İtilaf Devletleri arasında yapılan deniz ve kara muharebeleridir.

Çanakkale savaşı, Birinci Dünya Savaşı içindeki, tarihin en kanlı bölümü olarak bilinir. Türk’ün sayısız zafer, şan ve şerefle dolu tarihinin en parlak sayfasıdır. 1. Dünya Savaşı’ndan kısa bir süre önce, 1911-1912 yıllarında Osmanlı Devleti son Afrika topraklarını İtalya’ya kaptırmış, 1912-1913 Balkan hezimeti ise, Rumeli’deki son Türk hakimiyetini silip süpürmüştür. Bulgar ordularının İstanbul kapılarını zorlaması, 500 yıldır Türk olan Rumeli’nin kaybı, İstanbul ve Boğazların güvenliğinin tehlikeye girmesi, o zamanın devlet adamlarında siyasi yalnızlığımızın doğal bir sonucu olarak değerlendirilmiştir.

Balkan Savaşında Yer Alan Başıbozuklar
Balkan Savaşı Başıbozukların son savaşı olmuştur
Dolayısıyla 1. Dünya Savaşı’na rastlayan günlerde Osmanlı Devleti yalnızlıktan ve emniyetsizlikten kurtulmak istemiş; fakat Balkan savaşının kötü hatıralarının tesiri altında kalan iki blokta Türk ittifakını küçümsemişler ve bu ittifakın kendileri için bir yük olmasından endişe etmişlerdi. Ancak, Alman İmparatoru, her iki blok arasındaki savaşta, Osmanlı devletinin hiç değilse bir kısım düşman kuvvetini meşgul edebileceği gerekçesiyle duruma müdahale etmiştir. Bu surette Osmanlı devleti, kaderine alelacele, 2 Ağustos 1914’te “üçlü ittifak’la bağlanmıştır. İşte Çanakkale Zaferini yaratan kuvvet, 1914 yazında küçümsenen değeri hakkında yanlış teşhis konan bu Türk Ordusu’dur. Avrupa’da savaş bütün şiddetiyle sürerken, hareket harbinin yerini siper harbi almıştır. Bu cephede yarma yapmak ve kesin sonuç almakta son derece zorlanmıştır. Halbuki “üçlü itilaf”ın askeri gücü günden güne artmaktadır. Bu güç, hareket savaşına müsait başka savaş alanlarında kullanılmalıdır. İngiltere başkanı Lloyd George ve Bahriye Nazırı Churchıll bu görüşü benimsemişlerdir. Çanakkale Savaşları, işte bu görüşü benimseyenlerin eseridir.

Hareket sahası olarak Gelibolu Yarımadasının seçilmesi, bu bölgenin jeopolitik bakımdan çok büyük öneme sahip olmasındandır. Boğazlar, özellikle güney Rusya ve bütün Karadeniz kıyılarının açık denizlere olan tek çıkış noktasıdır. Harp halinde bu geçidin kapanması, Rusya için hayati önem taşımaktadır. Zira, Rusya’nın insan ve hammadde kaynakları zengin, fakat sanayi ve mali imkanları sınırlıdır. Bunun için uzun ve sürekli bir savaşın gerektirdiği silah, cephane ve malzeme ikmalini temin edemeyecek durumdadır. Bu durumda Boğazlar Doğu cephesinin en müsait ve hayati menzil hattını teşkil etmektedir. Bu geçidin açılmasıyla Rusya’yı takviye edecek, Batı cephesinin yükünü hafifletecek dolayısıyla savaşı kısaltacaktır. Osmanlı devletinin savaş dışı edilmesiyle, muhtemelen Balkan devletleri ve İtalya “itilaf” devletleri yanında savaşa katılacaklardı. O zaman İngiliz Bahriye Nazırı olan Churchill’in ısrarla üzerinde durduğu bu fikirlere önceleri pek itibar edilmemiştir. Ancak 1914 Aralık ayında başlayan Türk-Sarıkamış Harekatı üzerine telaşlanan ve çok zor durumda kalan en azından hiç değilse bir kısım Türk kuvvetlerinin başka cephelere çekilmesini isteyen Rusya’nın yükünü azaltmak için, Çanakkale Seferi’ne karar verilmiş; fakat kesin neticeyi Batı cephesinde arayanları darıltmamak için öncelikle donanmayla ve zorla Çanakkale Boğazı geçilmeye çalışılmıştır. Çanakkale Savaşı genel hatları itibariyle: İtilaf Devletleri’nce; Osmanlı Devleti’nin başkenti konumundaki İstanbul’u alarak boğazların kontrolüne ele geçirmek, Rusya’yla güvenli bir tarımsal ve askeri ticaret yolu açmak, Alman müttefiklerinden bini savaş dışı bırakarak ittifak devletlerini zayıflatmak amacı ile açılan cephedir.